İnsanın arayışı nerede başlar, nerede biter ve bunun nedeni nedir? Var mı cevabı olan? Her gün yeni bir merakla uyanıp sürüklendiğimiz; varlığını belli etme çabasının temelinde yatan şey ne? Hiçe sayılmak mı, kendimizi yetersiz hissetmemiz mi, yoksa bu kaosun içinde kendini farklı bir şekilde ifade etme arzusu mu?
Kelime her şeydir diyor kitap; “Dünyanıza kelimelerle yön vermeye başlayın.” Bu yüzdendir ki ağızdan çıkan her ses, niyete bürünmüş her cümle; tüm kainatı döner dolaşır sonra sessizce senin sırtına dokunur. Ne dilediğine, kalbinin neyi dillendirdiğine dikkat et diyor evren. Üslup en hassas çizgi, yürünmesi gereken yol, bazen de patlamak üzere olan dinamit.
Etimoloji diye bir bilim dalı var; bir kelimenin varoluşunu, kökenini, zaman içinde kültürde bıraktığı etkiyi inceliyor. Kökenbilimi diyor bilir kişiler. Ben ise kalbin beyinle buluşmasının en kısa ve en sürprizli yolu olarak nitelendiriyorum. Birkaç kelime var; duyunca ve öğrenince bu bilim dalına hayranlığım kat be kat arttı. İlki “tuhaf”. Genel anlamını hepimiz biliyoruz. İlginç, enteresan gelen herhangi bir şey ya da durum. Peki etimoloji ne diyor? “Ansızın ve beklenmedik anda gelen hediye”. Tuhaf kelimesinin tam olarak etimolojik kökeni, Arapça tḥf kökünden gelen tuḥfat; “hediye, özellikle nadir, emsalsiz ve ansızın gelen hediye”. Belki de bu yüzdendir, bize farklı ve zamansız geleni her eksik histe tuhaf olarak nitelendirmemiz.Dilin söylediği ruhun bildiği.
İkincisi ukde. Kuşkusuz içimizde eksik kalanları ve eksikliğini hissettiğimiz anları bundan daha iyi anlatacak bir kelime yok. Lakin etimoloji buna da Arapça “ukda” kökünden gelen “düğüm” anlamındadır diyor. İçimizde açamadığımız her kapı, boğazımızdaki her yumruk. Geçmişteki keşke ile başlayan çözülmemiş düğümler, ihtimallere anlamlar yüklenilen her an, bu yüzden ukde.
Ve üçüncüsü mucize. İnsandaki eksiğin başladığı yer. Bilim buna kelime kökeni; ˁcz kökünden gelen muˁcizat yani “aciz bırakan şey” diyor. Güzelliği ve imkansızlığı karşısında aciz bırakan şey; çünkü aynısını yapmak imkansız. Aynısını hissetmek de imkansız. Tekrarsızlığını bildiğimiz güzelliğin eksikliği.
İçimizde ukde kalan tuhaf mucizelerimiz var. Baktıkça bizi eksik bırakan, andıkça ansızın varlığıyla şaşırtan ve bize her gün yeni bir düğüm attıran. Bir sarının tonunda da bulabilirsin bunu, kanadını açtığın rüzgarda da, uçarken kaybolduğun gökyüzünde de, en çok da sende. Gördüğünü ne olarak aktardığın hangi gözde ve sözde anlattığın önemli.
İnsanın anlaşılma kaygısı ve kendini “anlaşılmıyor” olarak nitelendirmesi de burada başlıyor bence. Ağzımızdan çıkan kelimelerle anlaşıyoruz, anlaşılıyoruz; içimiz derya deniz ise dil de lebi derya olmalı. Kıyısında sessizce oturacağımız zaman da gelecektir illa ki.
Dünyamızı kelimeler döndürüyor. Sesimiz her şekle giren bir nefes. Bu yüzdendir ki, susmak en büyük ayıp dile. Kelamın kalem olduğu doğru kelimelerde yazarak, içimizden gelen nefesle her demde seslenerek var olalım o halde.