Dünyayı ve dünyasını değiştiren insanların bana göre diğerlerinden tek bir farkı var “tutkuları”. Tam anlamıyla kafayı takacak kadar, hayal dünyasına ait ama bugüne karışmış o “duruma” olan tutkulu bağlılık.
Çok sevdiğim bir söz var kendi dünyama dair; “Duvarın duvar olduğunu bilmen için ona en az bir kez dokunup onun ne olduğunu anlaman lazım.” Kendimize tarif edemediğimiz, anlamını bilemediğimiz onlarca duygu tanımına, duygu haline ve yaşanmışlıklara sahip olduğumuzu düşünüyorum. Biriktirdiğimiz zamanların bu nedenle hep geriye dönük. Anın içinde anlamak imkansız. Duyguları birbirine karıştırıyor, var olanı tanımak yerine en kolayı seçip adlandırmalar yapıyor bu yüzden de kendi içimizde bilmediğimiz her hisse haksızlığı istikrarla devam ettiriyoruz.
Korku ile tedirginlik bir değildir. Merhamet ile acıma değildir. Hoşgörü ile anlayış bir değildir. Nefret ile kin bir değildir. Sahip olmak ile ait olmak bir değildir. Dokunmak ile hissetmek bir değildir. Yön ile doğrultu bir değildir. Sevgi ile aşk bir değildir. Sabretmek ile katlanmak bir değildir. Kaybolmak ile yolu şaşırmak bir değildir. İkna olmak ile inanmak bir değildir. Ve en önemlisi istemek ile tutkun olmak bir değildir.
Bilim insanları sadece “beyaz renginin” bile 57‘den fazla tonu olduğunu söylüyor. Evet sadece beyazın. Sadece bir rengin bile; açıyla, ışıkla, zamanla ve enerjiyle birbirinden fazla görünürlüğü varken insanın sizce kaç tonu var ? Onlarca. Bazı hislerin tanımını yapamamamız, hakkını veremememiz de bu yüzden bence. Bilmiyoruz çünkü deneyimlemedik. Deneyimlediysek de fark etmedik.
Rengarenk dünyalarımızı belli renklerle anlatmaya çalışıyoruz. Halbuki insanlar renk körü de olabilir ve bu senin rengini değiştirmez.
Tecrübeye, deneyime ve kendini tanımaya çok inanıyorum. Eğer değerli bir durum varsa insanda; kesinlikle bu. İçimizin dehlizlerle dolu bir nehir olduğunu, her nehirde ayrı boğulmak gerektiğine inanıyorum. Her şeye rağmen hissetmeye, hissin insanı bambaşka durumlara sürükleyeceğine, tutkunun insan hayatında “insanı yerle bir ettiği kadar , yeri gök de eden bir güce” sahip olduğuna inanıyorum. Koşacaksın yaşamaya , seçeceksin yaşamayı çünkü yaşadıkça var olmaya inanıyorum. Ve bu dünyada ne sebeple olursa olsun insanın kendine yapabileceği en büyük yanlışın ”dehlizlerle dolu suya atlamak yerine” ,”engin sularda yüzerek bu savaştan kaçmak” olduğunu biliyorum.
Bundan yıllar sonra bir akşamüstü; her şeyi bilen, bildiğini sanan ama vücudunun güçsüzlüğüyle, zamanın acımasızlığıyla yerinden kalkamayan yaş almış insanlar olacağız. Belki bastonumuz çok uzakta olduğu için su bile içmeye üşenip birinin gelmesini bekleyeceğiz. Çünkü zaman geçmesiyle meşhur; çünkü her şeye rağmen “zamanla yarışamazsın”. İşte tam o anda derin bir nefes alıp “iyi ki” diyeceğim. İyi ki tutkularımla adımlar attım, iyi ki yaşadım, iyi ki o sularda boğuldum. İyi ki şu an ellerimde bu kırışıklıklar, yüzümde çizgiler, gözümde feri sönmüş anılar var.
Bizi var eden her tecrübeye, sona değil yola, yolda biriken hikayelere, var olmanın bilinmezliğine. Yaşadıkça biriken ve her adımda “değdi” dedirten o yorgunluğa.
İyi ki!